Narsizm, Ego ve Klinik Psikanalitik Perspektif
- kurcenlipsikoloji
- 1 Mar
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 8 Mar
Narsizm kavramı oldukça yanlış anlaşılmakta ve özellikle popüler psikoloji tarafından sığ bir şekilde ele alınmakta.
Freud’un geliştirdiği yapısal modelde ego, bilinçdışının ve dış dünyanın kesiştiği bir işlev alanıdır. Freud’un Ego ve İd (1923) adlı çalışmasında vurguladığı gibi ego, dış dünyadan gelen uyarıları düzenler, dürtüleri yönetir ve öznenin gerçeklikle ilişkisini kurar.
Lacan ise egonun bir yanılsama olduğunu ve öznenin kendisini bir bütünlük içinde algılama çabasıyla oluştuğunu söyler. Ayna evresi (stade du miroir) kavramıyla Lacan, öznenin kendi bütünlüğünü ancak bir dış imgeyle kurduğunu ifade eder.
Burada, ego ve beden imgesi arasındaki ilişki kritik hale gelir. Ego, psişik süreçlerin dış dünyayla temas ettiği bir arayüzdür ve bu arayüz, kişinin kendi bedeniyle kurduğu imgelerden beslenir.
Popüler psikolojinin yanlış anlatımları nedeniyle ego, sadece “benmerkezcilik” veya “kendini beğenmişlik” ile özdeşleştirilmiş ve bu yapının narsistik oluşumlarla ilişkisi göz ardı edilmiştir. Oysa narsistik yapılanma tam da bu arayüzün sağlıklı çalışmamasıyla, ego işlevinin bozulmasıyla ilişkilidir.
Narsistik yapı, egonun kendisini dış dünyaya esnek, dinamik ve duygu yüklü bir biçimde açamamasına neden olur. Ego, burada bir kapalı devre sistem gibi işler; dış dünyayla teması kesilmiştir.
Lacan’a göre ego bir yanılsamadır ve kendilik algısı, aslında dışarıdan yansıtılan imgelerle üretilen bir bütünlük yanılsamasıdır. Bu noktada, narsistik yapılanmalar ego işlevinin katılaşması, dış dünyayla esnek bir ilişki kuramaması ve kendini yalnızca yansıyan imgeler üzerinden tanımlamasıyla karakterizedir.
Eğer ego, bilinçdışı beden imgesiyle ilişkili bir arayüz olarak ele alınmazsa, narsistik yapılanmaların ve psikopatolojilerin klinikte nasıl işlediğini anlamak da imkânsız hale gelir.
Kapitalist Çağın Söylemi, Histerik Özne Konumu ve “Narsist Kişi” Yanılsaması
Kapitalist çağın ilişkisel söylemi histerik özne konumundan konuşuyor ve narsist kişiye dair yanlış bir anlatı üretiyor.
Lacan’a göre histerik özne, eksiklik ve tatminsizlik duygusu içinde olan ve sürekli Öteki’nden bir yanıt bekleyen kişidir. Histerik kişi, arzuyu sürekli canlı tutan ama onu asla tatmin etmeyen kişidir.
Günümüz popüler psikolojisinde “narsist kişiler” olarak tanımlanan figürler aslında çoğunlukla obsesif nevrotik yapıya sahip. Günümüz ilişkilerinde sıkça duyduğumuz “narsist partner” söylemi, aslında gerçek narsistik kişilik yapılarından değil, obsesif nevrotik yapılardan türetilmiştir. Obsesif özne, duygularını bastırır, kontrol mekanizmalarını aşırı kullanır ve ilişkilerde aşırı düzen arayışındadır. Histerik özne, sürekli olarak Öteki’nden (partner, ebeveyn, toplum) talepte bulunur ve Öteki’nin arzusu üzerine düşünerek var olur.
Gerçek narsist kişi, histerik öznenin aksine, Öteki’nin arzusu ile ilgilenmez. Çünkü Öteki ile ilişki kuramaz.
Eğer gerçekten narsistik bir kişilik yapılanması söz konusu olsaydı, ondan duygusal yatırım yapmasını beklemek anlamsız olurdu. Çünkü narsist kişi “ilişki kurmayan” değil, “ilişki kuramayan” bir yapıdır. Bu, bir irade meselesi değil, yapısal bir meseledir.
Narsistik yapıdaki bireyler ilk etapta ideal partner gibi görünürler. Helene Deutsch’un “as-if personality” (mış gibi kişilik) mefhumu üzerinden düşünecek olursak; bazı bireyler, ilişkilerde duygusal olarak içi boş olsalar da, ideal partner gibi görünebilmek için bir kişilik taklidi yapabilirler.
Bu bağlamda narsistik kişi: Gerçek bir duygusal yatırım yapamaz. İlişkide “hiper uyumlu”, “aşırı sadık” veya “ideal partner” gibi davranabilir. Ancak bu yatırım, gerçek bir bağlılık değil, narsistik imgesinin korunması için bir stratejidir. Partner, özne değil, idealize edilmiş bir nesne konumundadır.
Narsist bireyler “taklit olarak ilişki kurma” konusunda oldukça başarılıdır. Çünkü narsist yapı, Öteki ile doğrudan ilişki kuramadığı için Öteki’ne uygun bir imaj oluşturmayı seçer. Bu yüzden, sosyal medyada veya kamusal alanda “ideal partner” sunumu yapan kişilerin aslında içsel olarak duygusal boşluk içinde olmaları sıkça rastlanan bir durumdur.
Lacan’ın spekülatif narsizm kavramıyla bağlantılı olarak, narsist kişi partnerini kendi aynasındaki bir yansıma gibi konumlandırır. Gerçek bir ilişki kurmaz; partneri kendi narsistik bütünlüğünü sürdürebileceği bir aksesuar olarak görür. Bu, Tarkovsky’nin filmlerinde gördüğümüz “kütükler mübadelesi” metaforuna benzer şekilde, duygusuz, mekanik ve ruhsuz bir ilişki şeması yaratır.
Temel mesele, narsist kişinin “taklit” yeteneğinin, karşı tarafın arzularını tatmin etmekle değil, kendi varoluşsal sürekliliğini sağlamakla ilgili olduğudur.
Gerçek narsist yapıdaki birey; Öteki’ni anlamaya çalışmaz. Öteki’ni tatmin etmeye yönelik değildir. Öteki’nin varlığını sadece kendi imgesinin devamlılığı açısından değerlendirir. Bu noktada Lacan’ın “Büyük Öteki’yi susturma” fikri devreye girer. Gerçek bir narsist için Öteki, yalnızca bir yansıtma nesnesidir. Bu yüzden de narsist kişi, karşısındakinin talebine göre değil, kendi içsel düzenine göre “taklit” eder.



Yorumlar