top of page

Sevme Yetisi

Güncelleme tarihi: 8 Mar

Günümüz Psikopatolojisi, Sevme Yetisi ve Psikanalitik Çerçeve


Çağımızın belirgin karakterlerinden biri çocuksuluk halidir. Psikanalitik bağlamda bu, Freud’un “çok biçimli sapkınlık” kavramıyla örtüşmektedir. Freud, çocuk cinselliği üzerine yaptığı çalışmalarında, çocukluk döneminde cinsel dürtülerin belirli bir hedefe yönelmemiş olduğunu ve farklı nesnelere, faaliyetlere yönelebileceğini belirtir.

Yani çocukluk, cinselliğin ve dürtülerin henüz tam olarak yapılanmadığı, dağınık ve çok yönlü bir dönemdir. Yetişkin olma süreci, bu çok biçimliliğin toplumsal ve süperego baskılarıyla belirli bir yöne kanalize edilmesiyle mümkündür.


Ancak post modern dünyada, bu çocuksuluk hali yetişkinlikte de devam etmekte, bireyler sürekli olarak arzularını şekillendiren dış gerçekliği reddedip düşselliği tercih etmektedir.


Lacan’ın İmgesel Alan kavramıyla ilişkilendirirsek, bireyin sembolik düzeni (dış gerçekliği) reddedip imgesel tatminlere yöneldiğini söyleyebiliriz.


Yani çağımızın ruhsal yapısı, sabitlenmiş bir özne olmaktan çok, sürekli değişen ve arzularını anlık tatminler üzerine kuran akışkan bir yapıya sahiptir.


Baudrillard’ın simülasyon mefhumunu hatırlatıyor. Günümüz bireyi, gerçek nesnelerle olan ilişkisini kaybetmiş, imgesel tatminleri tercih eder hale gelmiştir. Sevginin ve aşkın da bir simülasyon nesnesine dönüşmesi, insanı doyumsuz ve yalnız kılmaktadır.



Karl Abraham, Freud’un öğrencilerinden biri olarak, özellikle melankoli ve depresyon üzerine çalışmalar yapmıştır. Abraham’a göre, insanın hasta olmasının temel nedenlerinden biri, sevme yetisinin ortaya çıkmaması veya engellenmesidir. Bu görüş, Freud’un “Yas ve Melankoli” metniyle de örtüşmektedir. Freud, melankolinin yas sürecinden farklı olarak, kaybın içselleştirilmesiyle karakterize olduğunu ifade eder. Yas sürecinde birey, kaybettiği nesneyi zamanla dışsallaştırarak, onun yokluğunu kabul eder. Ancak melankolide, kayıp nesne benliğin içine çekilir ve bireyin kendisini eleştirmesine, değersiz hissetmesine neden olur.

Abraham burada, sevme yetisinin gelişmemesinin, bir nevi melankolik yapı oluşturduğunu ve öznenin kendisini sürekli eksik hissetmesine neden olduğunu vurgular.


Bu, günümüz dünyasında bireylerin sevme yetisini geliştirmekte zorlanmasıyla da ilişkili. Sevme kapasitesi, nesne yatırımı yapabilme yetisiyle doğrudan bağlantılıdır. Eğer birey nesneye yatırım yapamazsa, Freud’un narsistik libido olarak tanımladığı bir mekanizmayla, tüm enerjisini kendisine yöneltir. Bu da depresif ve melankolik bir içe kapanmaya yol açar.


Günümüz insanı, sevgiye dair idealize edilmiş imgeler içinde kaybolurken, gerçek bir sevme edimi gerçekleştiremiyor. Bunun sonucu olarak, sürekli arzularını tatmin etmeye çalışırken, bir yandan da derin bir eksiklik hissiyle yaşıyor.


Klinikte sıklıkla duyduğumuz söylemlerden biri “Sevecek Biri yok ki!”


Sevememek ve sevecek birini bulamamak, psikanalizde libidinal ekonomi açısından ele alınabilir. Freud’un yapısal modelinde sevgi, libido yatırımı ile ilgilidir. Birey ya kendisine (narsistik libido) ya da dış nesnelere (nesne libidosu) yatırım yapar.


Sevme yetisinin engellenmesi ya da gelişmemesi, libidinal enerjinin sağlıklı bir şekilde nesnelere yönlendirilmesini engeller ve bunun sonucu olarak birey,

Freud’un tanımıyla “psişik çatışma” yaşar. Eğer bu enerji bastırılırsa, semptomlar olarak geri dönebilir; depresyon, kaygı bozuklukları veya psikosomatik rahatsızlıklar gibi. Eğer birey sevecek birini bulamazsa, yani libidinal yatırım yapabileceği bir nesne yoksa, içsel bir boşluk hissi ortaya çıkar.


Lacan’ın “Büyük Öteki” kavramını devreye sokarsak, sevmenin bir anlamda Öteki’ne yönelik bir eylem olduğunu söyleyebiliriz. Ancak günümüzde bireyler, Öteki ile ilişki kurmak yerine, kendi narsistik aynalarına yönelmektedir. Bu da sevmenin yerine, sürekli onaylanma ve beğenilme ihtiyacını koymaktadır. Yani sevgi, bir edim olmaktan çıkıp, bir tüketim nesnesine dönüşmektedir.


Özetle, sevecek birini bulamamak, hem nesnel yokluk hem de öznenin içsel dinamikleriyle ilgilidir.


Öznenin geçmiş nesne ilişkileri, özellikle ilk çocukluk dönemindeki anne-çocuk ilişkisi burada belirleyici olur. Eğer bireyin erken dönem bağlanmaları travmatize olmuşsa, sevme yetisi gelişmemiş olabilir.

Yine de Freud’un dediği gibi günün sonunda “hastalanmamak için sevmemiz gerekir” . Psikanalitik çerçevede sevgi, sağlıklı bir nesne yatırımı ve dürtü ekonomisi açısından önemlidir. Sevgi, hem ruhsal sağlığı koruyan bir unsur hem de bireyin kendisini var etmesini sağlayan bir ilişkisel zemindir.


Burada verebilmek kavramı öne çıkıyor. Freud’un “ödipal” döneme ilişkin vurgularını hatırlarsak, çocuğun anneye veya babaya yönelik sevgisi zamanla süperego / baba tarafından şekillendirilerek, olgun bir sevme kapasitesine dönüşmelidir. Ancak çağımızda, olgun sevgi yerine, infantil bir sevme biçimi daha baskındır. Kendi ihtiyaçlarını merkeze koyan.Karşılıklı bir değiş tokuş değil, sadece almayı bekleyen. Derinleşemeyen ve sürekli tüketilen ilişkiler. Oysa sevebilmek, öznenin nesneye libidinal yatırım yapmasını ve onunla bütünleşmesini gerektirir. “Verebilmek” burada narsistik doyumun ötesine geçerek, gerçekten nesneye yönelmeyi ifade eder. Freud’un “sevgi ve çalışma, hayatın iki temel taşıdır” sözü de bu bağlamda anlamlıdır. Sevmek, bireyin nesneyle sağlıklı bir ilişki kurmasını sağlar ve bu, hastalanmamak için gereklidir.


Asıl mesele sevilmekten ziyade sevebilmek ve verebilmektir. Günümüz insanı, sevginin bir vericilik meselesi olduğunu unutmuş, tüketici bir sevgi biçimi içinde sıkışmıştır.


Bu bağlamda günümüz psikopatolojisi de, depresyon, anksiyete, bağımlılık ve kişilik bozuklukları gibi alanlarda kendini göstermektedir. Çünkü birey, sevginin tatmini yerine, geçici ve yüzeysel tatminlerle oyalanmaktadır. Ancak bu oyalanma, eninde sonunda bir eksiklik ve doyumsuzluk olarak geri dönmektedir.


Dolayısıyla Freud’un dediği gibi, hastalanmamak için gerçekten sevebilmek gerekir. Ancak bunu yapabilmek için, bireyin libidinal enerjisini olgun nesne ilişkilerine yönlendirebilmesi ve kendisini Öteki ile anlamlı bir bağ içinde konumlandırabilmesi gerekir.

Comments


Commenting on this post isn't available anymore. Contact the site owner for more info.

© 2025 by Klinik Psk. Yasemin Kurçenli Powered and secured by Wix

bottom of page